FURKAN 20 |
وَما
أَرْسَلْنَا
قَبْلَكَ
مِنَ
الْمُرْسَلِينَ
إِلَّا
إِنَّهُمْ
لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ
وَيَمْشُونَ
فِي
الْأَسْوَاقِ
وَجَعَلْنَا
بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ
فِتْنَةً
أَتَصْبِرُونَ
وَكَانَ
رَبُّكَ
بَصِيراً |
20. Bizim senden önce
gönderdiğimiz rasüller de muhakkak yemek yerler ve pazarlarda dolaşırlardı.
Biz, bazınızı, bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek misiniz? Rabbin, herşeyi çok
iyi görendir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı
dokuz başlık halinde sunacağız:
1- Resuller, insani Tarafları ve Ayetin
Nüzul Sebebi:
2- Yemek Yemek, Peygamberlerin Ortak
Bir Özelliğidir:
3- Geçimi Elde Etme Yollarına
Başvurmak:
4- Çarşı-Pazara Girerken Dikkat
Edilecek Hususlar:
5- Çarşı-Pazarın Savaş Alanına
Benzetilmesi:
6- Kitap ve Silah Pazarları ile ihtiyaç
Duyulan Diğer Pazarlara Girmek:
7- çarşı-Pazardaki Kötülüklere Karşı
Yapılacak Dua:
8- insanların Biribirleriyle imtihan
Edilmesi:
9- Rabbin Herşeyi Görendir:
1- Resuller, insani
Tarafları ve Ayetin Nüzul Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Bizim senden önce gönderdiğimiz rasüller de ... " buyruğu: "Bu
nasılpeygamberdir kiyemek yer ve pazarlarda dolaşır. "(el-Furkan, 7) diyen
müşriklere cevab olmak üzere inmiştir. İbn Abbas dedi ki: Müşrikler, Resulullah
(s.a.v.)'ı fakir olduğundan dolayı ayıplayıp da: "Bu nasıl peygamberdir ki
yemek yer ... " demeleri üzerine, Peygamber (s.a.v.) üzüldü. Bunun üzerine
bu ayet-i kerime ona teselli olmak üzere nazil oldu. Cebrail (a.s): es-Selamu
aleyke ya Resulallah, dedi. Rabbim olan Allah'ın sana selamını getirdim. O,
sana diyor ki: "Bizim senden önce gönderdiğimiz rasüller de muhakkak yemek
yerler ve pazarlarda dolaşırlardı." Yani dünya hayatında geçimlerini elde
etmenin yollarını ararlardı.
2- Yemek Yemek,
Peygamberlerin Ortak Bir Özelliğidir:
Yüce Allah'ın:
"Muhakkak yemek yerlerdi" buyruğu ile ilgili olarak şunu belirtelim:
Eğer haberinin başına "lam" harfi gelecek olursa "Muhakkak"
edatının "hemze"si ancak esreli okunur. Burada "lam"
olmasaydı bile, yine ancak esreli okunabilirdi. Çünkü burada isti'nafiyyedir.
(Cümlenin başına gelmiştir). Bütün nahivcilerin görüşü budur. en-Nehhas dedi
ki: Ancak Ali b. Süleyman'ın bize Muhammed b. Yezid'den naklettiğine göre o
şöyle demiştir: Burada bu edatın hemzesi üstün de okunabilir. İsterse ondan
sonra "lam" harfi gelmiş olsun. Ancak zannederim bu, onun bir
yanılgısıdır.
Ebu İshak ez-Zeccac dedi
ki: ifadede hazfedilmiş kelimeler vardır. Bu: "Biz senden önce ne kadar
rasul gönderdiysek, mutlaka onlar yemek yerlerdi" takdirinde olup, daha
sonra: "Rasuller" kelimesi hazfedilmiştir. Bunun hazfediliş sebebi
ise "gönderdiğimiz rasuller" buyruğunda buna delalet edecek mananın
bulunmasıdır. Buna göre ez-Zeccac'a göre mevsuf hazfedilmiş olmaktadır. Ona
göre de -el-Ferra'nın dediği şekilde -sıla cümlesi bırakılıp mevsul ismin
hazfedilmesi caiz değildir. el-Ferra: Burada hazfedilen (...): Kim, kimse"
ism-i mevsulüdür. Yani: "Ancak kendileri yemek yiyen kimseleri (gönderdik)"
demektir. O, bunu Yüce Allah'ın: "Bizden herbirimiz için bilinen bir
makamı olmayan kimse yoktur." (es-Saffat, 164) buyruğu ile: "Şüphe
yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. "(Meryem, 71)
buyruklarına benzetmektedir. "Sizin aranızdan oraya uğramayacak bir kimse
yoktur" demektir. Bu aynı zamanda el-Kisai'nin de görüşüdür.
Araplar da: "Ben
sana insanlar arasından muhakkak sana itaat edecek kimseyi gönderdim"
derler. Buna göre: "Muhakkak sana itaat edecek" ifadesi
"Kimse"nin sılasıdır. ez-Zeccac der ki: Bu bir hatadır, çünkü bu
"kimse" lafzı ism-i mevsuldur, hazfedilmesi de caiz değildir.
Meanı alimleri derler
ki: Buyruk: ''Biz senden önce ne kadar rasul gönderdiysek, mutlaka onlara
muhakkak kendilerinin yemek yedikleri söylenmiştir" anlamındadır. Buna
delil de: "Sana, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir
şey söylenmiyor" (el-Kasas, 43) buyruğudur.
İbnu'l-Enbari dedi ki:
Burada: "Muhakkak onlar"ın hemzesinin; (...)'dan sonra esreli gelmesi
gizli "vav" harfi ile isti'naf başlangıç dolayısı iledir. Yani; (...)
takdirindedir. Bir kesimin kanaatine göre de Allah'ın: "Muhakkak yemek
yerler" ifadesi, def-i hacete çıkarlar, ifadesinden kinayedir.
Derim ki: Bu ifade, bu
manada kullanılmış ise çok beliğ bir ifadedir. Nitekim Yüce Allah'ın:
"Meryem oğlu Mesih bir resulden başka bir şey değildi. Ondan önce de
rasuller gelip geçmiştir. Anası ise sıddıka bir kadındır. ikisi
deyemekyerlerdi. "(el-Maide, 75) buyruğu da buna benzemektedir.
"Ve pazarlarda
dolaşırlardı" buyruğundaki "dolaşırlardı" anlamındaki: (...)
fiilini cumhur "ya" harfini üstün, "mim" harfini sakin ve
"şın" harfini de şeddesiz olarak okumuşlardır. Ali, İbn Avf ve İbn
Mes'ud ise "ya" harfini ötreli, "mim" harfini üstün,
"şın" harfini de üstün ve şeddeli olarak okumuşlardır ki bunun da
anlamı yürümeye davet olunur ve buna mecbur bırakılırlar, demek olur. Ebu
Abdu'r-Rahman es-Sülemı ise "ya" harfini ötreli, "mim"
harfini üstün, "şın" harfini de şeddeli ve ötreli okumuştur ki bu da
"dolaşırlardı" anlamındadır. Nitekim şair şöyle demektedir:
"Develerin çöktükleri geniş yerde yürüdü de, Aralarından binilmesi zor ile
binilebilecek genç ve güzel develer aradı."
Ka'b b. Züheyr de şöyle
demiştir: "Geniş alanların arslanları seslerini çıkaramazlar, ondan
korktukları için Ve onun bulunduğu vadide de yürümez (yiğitlerin)
ayakları."
Burada "şın"ın
şeddeli olması, "yürümek" anlamındaki fiilin manasını
etkilememektedir.
3- Geçimi Elde Etme
Yollarına Başvurmak:
Bu ayet-i kerime
sebeplere sarılmak ve ticaret, sanat ve daha başka yollarla geçimi sağlama
yoluna başvurmak hususunda temel bir dayanaktır. Bu anlamdaki açıklamalar daha
önceden bir kaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Ancak burada yeterli gelecek
kadarıyla bazı açıklamalarda bulunmak kasdıyla şunları söylemek istiyoruz:
Günümüzün şeyhlerinden
birisi aramızdaki bir konuşma esnasında bana şunları söyledi: Peygamberler
(hepsine selam olsun) ancak zayıf ve güçsüz kimselere sebeplere sarılma
sünnetini öğretmek için gönderilmişlerdir.
Ben o kimseye cevap
olarak şunları söyledim: Bu ancak cahillerin, ahmakların, beyinsiz ayak
takımının ya da kitaba ve Yüce sünnete dil uzatanların söyleyebilecekleri bir
sözdür. Yüce Allah kitab-ı kerim'inde seçkin kulları, rasulleri ve
peygamberleri hakkında sebeplere sarıldıklarını ve rızık kazanmak için bir
takım iş ve meslekleri icra ettiklerini haber vermektedir. Sözü hak olan Yüce
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Ve Biz ona sizin faydanıza ... giyecek
(zırh) yapma sanatım öğrettık "(el-Enbiya, 80); "Bizim senden önce
gönderdiğimiz rasuller de muhakkak yemek yerler ve pazarlarda
dolaşırlardı." İlim adamları, yani ticaret yaparlar, meslek icra
ederlerdi, demektir. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Rızkım
mızrağımın gölgesi altında kılındı. '' Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
''Arfık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş yiyin. "(el-Enfal, 69)
Ashab-ı Kiram da (Allah
onlardan razı olsun) sahib oldukları mallarıyla ticaret yapar, çeşitli
meslekler icra ederler, kendilerine muhalefet eden kafirlerle de savaşırlardı.
Acaba bunlar sizin görüşünüze göre zayıf kimseler mi idiler? Hayır, Allah'a
yemin ederim ki onlar güçlü kuvvetli kimselerdi. Onlardan sonra gelen salih
halefleri de onlara uymuştur. Onların izledikleri yolda hidayet vardır ve o yol
izlenerek doğru yol bulunur.
Bana şunları söyledi:
Onların bu yollara başvurmaları kendilerine uyulmaları gereken önderler
oluşlarından dolayıdır. Böylelikle onlar zayıf kimseler için (örnek olmak
maksadıyla) doğrudan bu işlerle uğraştılar. Bizzat kendileri adına ise öyle
değildiler. Ashab-ı Suffe'nin durumu bunu açıkça ortaya koyar.
Dedim ki: Eğer durum
böyle olsaydı, onların da onlarla birlikte Allah Rasulünün de durumu
açıklamaları gerekirdi. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın şu buyrukları
sabittir: "insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ... diye
sana da bu zikri (Kur'an'ı-) indirdik. "(en-Nahl, 44); "Muhakkak
indirdiğimiz apaçık ayetlerimizi ve hidayeti insanlara kitapta apaçık bir
şekilde bildirdikten sonragizleyenler var ya ... "(el-Bakara, 159) Bu
hususlar ise apaçık bilgi ve hidayetin kapsamı içerisindedir. Ashab-ı Suffa'ya
gelince, onlar hallerinin elverişli olmadığı sıralarda İslamın misafiri idiler.
Peygamber (s.a.v.)'e bir sadaka geldi mi özellikle onlara verirdi. Bir hediye
gelecek olursa, onlarla birlikte o hediyeden yerdi. Bununla birlikte rızık
peşinde gider gelirler, Resulullah (s.a.v.)'in hane-i saadetlerine su
taşırlardı. Buhari ve başkaları onları böylece anatmaktadır. Daha sonra Yüce
Allah müslümanların çeşitli ülkeleri fethetmelerini müyesser kılıp, onlar için
imkanları hazırlayınca hepsi de komutanlık ve emirlik makamlarına geldiler ve
sebeplere sarılmakla da emrolundular. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamber
(s.a.v.)'ın ve Ashab-ı Kiram'ın zayıf olduklarını da ifade eder. Çünkü onlar
meleklerle desteklenmiş ve melekler aracılığıyla onlara sebat verilmiş
kimselerdi. Eğer güçlü kuvvetli kimseler olsalardı, meleklerin desteğine ve
yardımına ihtiyaçları olmazdı. Zira bu da zafer ve yardımın sebepleri
arasındadır. Bu şekilde bir görüş ileri sürmekten Allah'a sığınırız, bu anlamı
verecek sözler söylemekten Allah'a sığınırız. Bilakis sebeplere sarılmayı,
gerekli yollara başvurmayı kabul etmek, Allah'ın ve O'nun Rasulünün bir
sünnetidir. Açıklanmış olan hak budur. Müslümanların icma ile kabul ettikleri
dosdoğru yol da budur. Aksi takdirde sözü hakkın kendisi olan Yüce Rabbimizin:
"Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen
atlar hazırlayın ... "(el-Enfal, 60) buyruğunun yalnızca zayıf kimseler
hakkında olması gerekirdi. Bütün hitabların da aynı şekilde olması icab ederdi.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce
Allah, kelimi Musa'ya hitab ettiğinde: "Asanla denize vur.
"(eş-Şuara, 63) diye buyurmuştur. Oysa asaya vurmadan da Yüce Allah denizi
yarmaya kadirdir. Aynı şekilde Meryem'e (selam ona) de: "O kuru hurma
ağacını kendine doğru salla. "(Meryem, 25) diye buyurmuştur. Halbuki o
hurma ağacını sallamaksızın ve yorulmaksızın Cenab-ı Allah oradan hurmaları
indirmeye kadirdir. Bütün bunlarla birlikte ilahi lutfa mazhar olup, kendisine
yardım olunacak yahut duası kabul olunacak, ya kendisi ya da başkası hakkında
bir keramet ile taltif olunabilecek bazı şahısların olabileceğini de inkar
etmiyoruz, fakat böyleleri vardır diye, kalkıp küm ve genel kaideler ile güzel
emirler yıkılmaz.
Heyhat, heyhat! Bir
kimse kalkıp Yüce Allah: "Rızkınız ve vaad olunduğunuz semadadır"
(ez-Zariyat, 22) diyerek buna karşı çıkamaz. Biz buna şöyle deriz: Yüce Allah
doğru söylemiştir. Onun şerefli Resulü de doğru söylemiştir. Burada rızıktan
kasıt te'vil ehlinin icmaı ile yağmurdur. Buna delil de Yüce Allah'ın şu
buyruklarıdır: "Ve O gökten size bir rızık indirendir. " (el-Mu'min,
13); "Ve Biz gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilen
taneler bitirdik. "(Kaf, 9) Şimdiye kadar semadan insanlara ekmek dolu
tabakların ve et dolu tencerelerin indiği de görülmemiştir. Aksine bunların
elde edilmesi için sebeblere sarılmak asli bir kaidedir. Peygamber (s.a.v.)'ın:
"Rızkı yerin gizliliklerinde arayınız'' sözünün anlamı da budur. Yani yeri
sürünüz, kazıyınız ve oraya ağaç dikiniz. Çünkü Arapçada bir şeye bazen sonuçta
varacağı hususun adı da verilebilir. İşte yağmura rızık denilmesinin sebebi,
rızkın onun vasıtası ile ortaya çıkmasıdır. Bu da Arap dilinde meşhur bir
anlatım tarzıdır.
Peygamber (s.a.v.)'da şöyle
buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin ipini alıp, sırtı üzerinde odun
taşıması herhangi bir kimseden -ona versin ya da vermesin- dilencilik
etmesinden daha hayırlıdır."
Bu, herhangi bir emek
harcamaksızın yerde biten ot ve odunlar için böyledir. Dağda insanlarla hiçbir
ilişkisi olmayan bir adamın varlığını düşünecek olsak dahi bu kimsenin
toprakların ve tepelerin bitirdiklerini toplamak için yerinden çıkıp ayrılması
kaçınılmazdır. Ta ki bunlardan geçimini kendisiyle sağlayacağı şeyleri elde
edebilsin. İşte Peygamber (s.a.v.)'ın şu hadisinin anlamı da budur: "Şayet
sizler Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olsaydınız, elbetteki sabahleyin
kursakları bomboş ve aç gidip, akşamleyin kursakları dolu ve tok olarak geri
dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi rızkınız verilirdi. ''
İşte kuşların gidiş ve
gelişleri birer sebeptir. Gerçekten de sebeplerden el etek çekip gerçek manada
mütevekkil olduğunu iddia ederek, yolların kenarlarında oturan, buna karşılık
dosdoğru yolu ve apaçık sırat-ı müstakimi terkeden kimselere hayret edilir.
Buhari'de İbn Abbas'tan
şöyle dediği sabit olmuştur: Yemen halkı haccederler, buna karşılık
beraberlerinde azık almazlar ve bizler mütevekkil kimseleriz, derlerdi. Hacca
geldiler mi bu sefer insanlardan dilencilik yapmaya koyulurlardı. Bunun üzerine
Yüce Allah: "Bir de azık edinin.'' (el-Bakara, 197) buyruğunu indirdi.
Peygamber (s.a.v.)'dan
ve Ashab-ı Kiram'ından beraberlerinde gerekli azığı almaksızın yolculuğa
çıktıklarına dair bir nakil gelmiş değildir. Onlar gerçekten Allah'a tevekkül
eden kimselerdi. Tevekkül kalbin sıkıntılarını gidermek ve maksatlarını
gerçekleştirmek noktasında Rabbe güvenip dayanması, sonra da bu husustaki
mücerred emir dolayısıyla sebeplere sarılmasıdır. İşte hak budur.
Bir adam Ahmed b.
Hanbel'e: Ben tevekkül ederek haccetmek istiyorum demiş. O da: Tek başına yola
koyul demiş. Hayır, insanlarla birlikte çıkacağım deyince, bu sefer ona: O
halde sen onların beraberlerindeki ekmek torbalarına güvenip, çıkmak isteyen
birisisin demiş. Biz bütün bu hususları "Kam'u'l-Hırsi bi'z-Zühdi
ve'l-Kana'a ve Raddu Zülli's Suali bi'l-Kesbi ve's-Sın)ia (Zühd ve kanaata
sarılmakla hırsın kökünü kazımak, kazanmak ve meslek icra etmek suretiyle de
dilenciliğin zilletini bertaraf etmek)" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.
4- Çarşı-Pazara
Girerken Dikkat Edilecek Hususlar:
Müslim'in, Ebu Hureyre
yoluyla kaydettiği rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yerler arasında Allah'ın en çok sevdiği mescitlerdir. Allah'ın en çok
buğzettiği yerler ise çarşı-pazarlarıdır. ''
el-Bezzar'ın rivayetine
göre Selman-ı Farısi şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer
imkanın olursa çarşı-pazara ilk giren kişi ve oradan son çıkan kişi olma. Çünkü
orası şeytanın mücadele yeridir, sancağını da oraya diker.'' Bu hadisi Ebu Bekr
el-Berkani senedini kaydederek, Ebu Muhammed Abdu'l-Gani b. Said el-Hafız'dan
-Asım'ın rivayeti ile- Ebu Osman enNehdi'den o Selman'dan rivayetle
zikretmiştir. Selman dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sakın
çarşı-pazara ilk giren ve oradan son çıkan kişi olmayasın. Çünkü şeytan orada
yumurtlamış ve orada yavrulamıştır.''
Bu hadislerde
çarşı-pazarlara girmenin mekruh oluşuna delil teşkil edecek ifadeler vardır. Özellikle
erkek ve kadınların biribirleriyle karışık olduğu bu dönemlerde bu böyledir.
Bizim ilim adamlarımız da böyle demiştir. Buna sebeb ise çarşı-pazarlarda
batılın çoğalmış ve münkerlerin açıkça işlenmeye başlanmış olmasıdır. Fazilet
sahibi ve dinde kendilerine uyulan kimselerin, Allah'a isyan olunan bölgelerden
uzak kalmak suretiyle temizliklerini korumaları için bu gibi yerlere girmeleri
mekruh görülmüştür. O halde çarşı-pazarda bulunmak gibi ilahi bir belaya maruz
kalmış olan kimselerin, şeytanın ve şeytanın askerlerinin bulunduğu bir yere
girdiklerini hatırlarından çıkartmamaları, orada devamlı kalacak olurlarsa
helak olacaklarını bilmeleri gerekir. Bu halde olan bir kimse, zaruret ve
ihtiyacı kadarı orada bulunur ve çarşı-pazarda bulunmanın kötü akıbet ve
belasından sakınmaya çalışır.
5- Çarşı-Pazarın Savaş
Alanına Benzetilmesi:
Peygamber (s.a.v.)'ın
çarşı-pazarı savaş alanına benzetmesi güzel bir benzetmedir. Çünkü savaş alanı
çarpışma yeridir. Böyle bir isim, orada kahramanların çarpıştığından dolayı
verilmiştir. Biri, diğerini yıkmaya çalışır. İşte çarşı-pazar ile şeytanın
orada yaptıkları ve pazardakilere verdiği zararlar neticesinde hile ve
aldatmalara başvurup, fasit alış-verişler, yalanlar, yalan yere yeminlere
aldırış etmeyip, seslerin birbirine karışması ve daha benzeri diğer hususlar,
savaş alanındaki çarpışmaya ve o meydanlarda yere yıkılan kimselere
benzetilmiştir.
6- Kitap ve Silah
Pazarları ile ihtiyaç Duyulan Diğer Pazarlara Girmek:
İbnu'l-Arabi der ki:
Yemek yemek insanlar için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bunda utanılacak bir
şeyolmadığı gibi kişinin kendisini sorumlu hissetmesini gerektiren bir ciheti
de yoktur. Çarşı-pazarlara gelince, ben ileri gelen ilim adamlarının şöyle
dediklerini duymuşumdur: Kişi ancak kitap ve silah pazarına girer. Bana göre
ise kişi ihtiyaç duyduğu her çarşı-pazara girer. Ancak orada yemek yemez. Çünkü
bu mertliğe aykırıdır ve kişinin heybetini ortadan kaldırır. Bu hususta
uydurulmuş hadislerden birisi de: "Çarşıda yemek yemek aşağılık bir
davranıştır" sözüdür.
Derim ki: ilim
adamlarının bu söyledikleri çok güzeldir. Çünkü sözünü ettikleri pazarlarda
kadınlara bakmak, onlarla karışmak söz konusu değildir. Zira kadınların böyle
bir şeye ihtiyaçları yoktur, Bunların dışındaki çarşı-pazarlar ise kadınlarla dolup
taşmaktadır ve çoğunlukla da hayaları oldukça azdır. Öyle ki çarşı-pazarda bir
kadının ve başka yerlerde ziynet yerlerini, açılmaması gereken yerlerini açmış
olduğu halde oturduğunu görebiliyoruz. Bu ise günümüzde oldukça yaygın
münkerlerdendir. Gazabından Yüce Allah'a sığınırız.
7- çarşı-Pazardaki
Kötülüklere Karşı Yapılacak Dua:
Ebu Davud et-Tayalisi
Müsnedınde şu rivayeti kaydetmek(edir: Bize Hammad b. Zeyd anlattı, dedi ki:
Bize Zübeyr hanedanının kahrumanı (hazinedarı) olan Amr b. Dinar anlattı. O
Salim'den, o babasından, o Ömer b. el-Hattab'dan dedi ki: "Her kim şu
pazarlardan birisine girip de:
Allah'tan başka hiçbir
ilah yoktur, bir ve tektir, O'nun hiçbir ortağı yoktur, mülk yalnız O'nundur,
hamd O'nadır. Öldürür ve diriltir, O hayy'dır, asla ölmez. Hayır yalnız O'nun
elindedir, O'nun herşeye gücü yeter, diyecek olursa, Allah ona bir milyon
hasene yazar ve ondan bir milyon günahı siler. Ayrıca onun için cennette bir
köşk yapar."
Bunu Tirmizi de rivayet
etmiş ve: "Onun bir milyon günahını siler" dedikten sonra şunları da
ilave etmiştir: "Onu bir milyon derece yükseltir ve onun için cennette bir
ev inşa eder." Tirmizi dedi ki: Bu garib bir hadistir.
ibnu'l-Arabi der ki: Bu
kişinin orada, orayı itaatla -masiyette gömüldüğü bir sırada- ma'mur etmek
için, gaflet ile atalete düşürülmüş olduğu bir sırada zikirle süslemek için,
cahillere öğretmek, unutanlara da hatırlatmak maksadıyla, yalnızca O'nun
rızasını kasdederek oralara gitmesi halinde böyledir.
8- insanların
Biribirleriyle imtihan Edilmesi:
"Biz bazınızı,
bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek misiniz?" Yani dünya bir imtihan
yurdudur. Şanı Yüce Allah, mü'miniyle, kafiriyle bütün insanları birbirine
imtihan aracı kılmayı murad etmiştir. Sağlıklı kimse hastanın, zengin fakirin,
sabreden fakir zenginin imtihan aracıdır. Bunun anlamı da herkesin diğeriyle
denenmekte olduğudur. Zengin, fakir ile imtihan edilir. Zenginin onu kollayıp
gözetlemesi onunla alayetmemesi gerekir. Fakir de zengin ile imtihan edilir.
Onu kıskanmaması, ondan kendisine verdiği şeylerden başkasını almaması gerekir.
Her ikisinin de hak üzere sabretmeleri icab eder. Nitekim ed-Dahhak:
"Sabredecek misiniz?" buyruğu ile ilgili olarak hak üzere sabredecek
misiniz? diye açıklamada bulunmuştur.
Çeşitli belalara mübtela
olan kimseler: Niye biz bir türlü sağlık ve afiyete kavuşamıyoruz? derler. Gözü
görmeyen kişi, ben niye gözü gören kimse gibi değilim? der. Kısacası herbir
musibet sahibi bu kabilden düşünür. Nübuvvet şerefine nail olmuş, o Yüce Rasul
de kendi dönemindeki kafirlerden olup, insanların eşrafından olanlar için bir
sınama aracıdır. İlim adamları ve adaletle hükmedenlerin durumu da böyledir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve dediler ki: Bu Kur'an iki
kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil mıydi?'''(ez-Zuhruf, 31)
O halde burada
"fitne" imtihan çeşitli belalarla mübtela kimsenin sağlıklı kimseyi
kıskanması, sağlıklı kimsenin de belalara maruz kalmış olanı hakir görmesidir.
Sabır bu iki kesimden herbirisinin
kendi haline göredir. Birisi azgınlaşmamak suretiyle, diğeri ise halinden
usanmamak suretiyle sabretmiş olur.
"Sabredecek
misiniz?" sorusunun cevabı hazfedilmiştir. Yani yoksa etmeyecek misiniz?
takdirindedir. Bu soru el-Müzenı'nin dediği türden şu cevabı gerektirir.
el-Müzenı ihtiyacı dolayısıyla evinden dışarıya çıkmış, hadım bir kimsenin
kafileler arasında binekler üzerinde (debdebe içerisinde) olduğunu görmüş,
içinden bir şeyler geçirmiş. Bu sırada "sabredecek misiniz?" ayetini
okuyan birisinin sesini işitince: Edeceğiz, Rabbimiz. Sabredeceğiz ve ecrimizi
Allah'tan bekleyeceğiz, demiş.
İmam Malik'in
arkadaşlarından İbnu'l-Kasım, Eşheb b. Abdu'l-Aziz'in mülk debdebesi içerisinde
yanından geçtiğini görünce, bu ayet-i kerimeyi okumuş, sonra da kendi
kendisine: Sabredeceğiz, diye cevap vermiştir.
Ebu'd-Derda'dan rivayete
göre o Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiştir: "Cahilden dolayı
alimin, alimden dolayı cahilin, kölesinden dolayı efendisinin, efendisinden
dolayı kölesinin, zayıftan dolayı güçlü kimsenin, güçlü kimseden dolayı zayıf
kimsenin, yönetilenlerden dolayı yöneticinin, yöneticiden dolayı yönetilenlerin
vay haline! Bunların biri diğerinin imtihan aracıdır, fitne sebebidir. İşte
Yüce Allah'ın: "Biz bazınızı, bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek
misiniz?" buyruğu bunu ifade etmektedir.
Bu hadisi es-Sa'lebi
senedini kaydederek zikretmiştir. Allah onu rahmetine garketsin.
Mukatil der ki: Bu
ayet-i kerime Ebu Cehil b. Hişam, el-Velid b. el-Muğire, el-As b. Vail, Ukbe b.
Ebi Muayt, Utbe b. Rabia ve en-Na dr b. el-Haris'in hakkında Ebu Zerr, Abdullah
b. Mes'ud, Ammar, Bilal, Suheyb, Amir b. Fuheyre, Ebu Huzeyfe'nin mevlası
Salim, Ömer b. el-Hattab'ın mevlası Mihca', el-Hadrami'nin mevlası Cebr ve
benzerlerini görüp de alay yollu: Biz de müslüman olalım da bunlar gibi mi
olalım? demeleri üzerine inmiştir. Böyle dedikleri için Yüce Allah bu
mü'minlere hitab ederek: Görmüş olduğunuz bu sıkıntı ve fakirlik hali üzere
"sabredecek misiniz?" buyruğunu indirmiştir. O halde "sabredecek
misiniz?" buyruğunun hikmetlerine vakıf olabilmek, Muhammed (s.a.v.)'ın
ümmeti arasında buna hak kazanmış has mü'minler içindir. Sanki Yüce Allah
kafirlere mühlet verip onlara genişlik vermeyi mü'minler için bir fitne yani
onlar için bir deneme, bir imtihan kılmış gibidir. Müslümanların sabretmeleri
üzerine Yüce Allah da haklarında: "işte onlar sabrettiklerine karşılık
bugün Ben de gerçekten onları mükafatlandırdım. ''(el-Mu'minun, 111) buyruğunu
indirdi.
9- Rabbin Herşeyi
Görendir:
"Rabbin herşeyi çok
iyi görendir." Yani O, sabreden ya da etmeyen, iman eden ya da etmeyen,
üzerindeki hakları eksiksiz yerine getiren ya da getirmeyen herkesi görür.
Bir açıklamaya göre;
"sabredecek misiniz" buyruğu sabrediniz!" anlamındadır. Yüce
Allah'ın: "Vazgeçtiniz artık değil mil" (el-Maide, 91) buyruğunun
"vazgeçiniz" anlamında oluşu gibi. O halde bu, Peygamber (s.a.v.)'e
sabretmesi için verilmiş bir emirdir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN